"A rhizome as subterranean stem is absolutely different from roots and radicles. Bulbs and tubers are rhizomes. The rhizome includes the best and the worst: potato and couchgrass. A rhizome ceaselessly establishes connections between semiotic chains, organizations of power, and circumstances relative to the arts, sciences, and social struggles. A semiotic chain is like a tuber agglomerating very diverse acts, not only linguistic, but also perceptive, mimetic, gestural, and cognitive; there is no language in itself, nor are there any linguistic universals, only a throng of dialects, patois, slangs, and specialized languages." - Deleuze and Guattari, A Thousand Plateaus

15 Nisan 2014 Salı

J. Alfred Prufrock'a Ait Aşk Şarkısı


Öyleyse izin ver gidelim, sen ve ben,
Gece gökyüzüne yayıldığında
Tıpkı masaya yatırılmış bir hasta gibi
O yarı ıssız sokaklar boyunca, izin ver gidelim
Bir gecelik ucuz otellerde
Durmak bilmez gecelerin homurdanan kaçışları
Ve istiridye kabuklu hızar tozu restoranlar:
Hain niyetlerin
Yorucu tartışmayı sürdüren sokaklarıdır
Sana ölümcül bir soru sormak mı...
Ah, sakın, sakın sorma "nedir?" diye,
İzin ver yalnızca
Gidelim ve ziyaretimizi gerçekleştirelim.

Michelangelo'dan bahsediyorlar
Kadınlar, odada
Geliyorlar ve gidiyorlar.

Pencere camı üzerinde kendini teselli eden sarı sis,
Pencere camı üzerinde suskunluğunu okşayan o sarı duman:
Gecenin uçlarına doğru hızlandı
Boşluğa sarılmış havuzlar üzerinde kolayca ilerleyemedi
Bacalardan süzülen dumana izin verdi ki kendine karışsın
Dizi dizi evler boyunca yayıldı, ani bir fırlayış gerçekleştirdi
Ve gecenin yumuşak bir ekim gecesi olduğunu anlayınca
Usulca süzüldü evden içeri ve uykuya daldı.

Ve gerçekten, zaman olacak
Sokak boyunca akan o sarı duman için
Sırtını pencere camına dayamış o sis için
Zaman olacak, zaman olacak
Karşılaştığın yüzlerle karşılaşması için bir yüz hazırlamaya
Öldürmek ve yaratmak için zaman olacak
Ve öyle bir zaman ki gelecek olan
Tabağına bir soru koyan ve bir soru alan ellerin
Tüm günleri ve tüm çalışması için olacak
Senin içindir o zaman, benim içindir,
Yüzlerce tereddüt içindir,
Yüzlerce görüntü ve yenilik içindir,
Bir tost ve bir çaydan önce
Bir zaman olacak.

Michelangelo'dan bahsediyorlar
Kadınlar, odada
Geliyorlar ve gidiyorlar.

Ve gerçekten, zaman olacak
Sormak için "cesaret edebilir miyim?" ve "cesaret edebilir miyim?"
Geriye dönmek ve merdivenleri inmek için bir zaman
Saçlarımın ortasında bir kellik ile
(Diyecekler ki:"saçları nasıl da incecik uzuyor!")
Sabahlığım üzerimde, ve yakası sımsıkı çenemde
Kravatım zengin işi ve sade, ama basitçe bağlandığı iddia ediliyor
(Diyecekler ki: "ama kolları ve bacakları nasıl da ince!")
Evreni rahatsız etmeye
Cesaret edebilir miyim?
Bir dakikada değişebilecek kararlar ve düzeltmeler için
Bir dakika içinde zaman olacak.

Ama onların hepsini zaten bildiğimden, her bir şeylerini:
Akşamları, sabahları ve günün ortasını bildiğimden
Hayatımı kahve kaşıklarıyla ölçtüm;
Biliyorum ki sesler,
Uzak bir odada gezinen müziğin altından
Ölümcül bir kayışla yok oluyor.
Öyleyse nasıl cüret etmeliyim?

Ve gözleri zaten bildiğimden, her birini,
Sana planlanmış ifadelerinde kusursuzlukla yakışan o gözleri,
Ve ben planlandığımda, yayılarak bir pin üzerine
Pinim çekildiğinde ve duvara hareketlendiğimde
İşte o zaman, nasıl başlayabilirim,
Günlerimin ve çabalarımın saçmalığını haykırmaya?
Ve nasıl cüret etmeliyim?

Ve o kolları zaten bildiğimden, her birini,
Kelepçelenmiş, beyaz ve tüysüz o kolları
(Ama ışığında lambanın, parlak kahverengi saçlara gömülmüş!)
Beni böyle saptıran
Bir elbiseden yayılan parfüm kokusu mu?
Bir masa boyunca uzanan, ya da bir atkıya sarılmış o kollar
Ve işte o zaman, öngörmeli miyim?
Ve nasıl cüret etmeliyim?

Akşam karanlığında dar sokaklar boyunca ilerlediğimi,
Ve tişört giymiş ve yalnız ve camlardan sarkan o adamların,
Bacalarından yükselen dumanı seyrettiğimi,
Söylemeli miyim?

Sessiz denizlerin düzlüğü boyunca uzaklaşan
Bir çift düzensiz kavrayış olmalıydım ben.

Ve akşamüzeri, ve gece, öylesine huzurlu uyur ki!
Uzun parmaklarla yumuşatılmış
Uykuya dalmış... yorgun... ya da kendini bitkin gibi göterir,
Zemine uzatılmış, işte burada, yanımızda
Bir fincan çayın ve kekin ve dondurmanın ardından
Anı krizine sürükleyecek o güce,
Sahip olmalı mıyım?
Ama ağladığım ve aç kaldığım halde, ağladığım ve dua ettiğim,
Kafamı bir tabağın içinde getirilmiş olarak gördüğüm halde (kelliği artmış)
Ben bir kahin değilim, ve burada dikkate alınacak bir şey yok:
Yüceliğimin alevlendiği anı da gördüm ben,
Ve ebedi uşağın ceketimi tuttğunu, kıkırdadığını
Ve özetle, korktum ben.

Ve her şeyden öte, buna değecek miydi,
Fincan fincan çayın ve reçelin ardından,
Porselenlerin arasında, sana ve bana ait bir sohbetin arasında
İşte o an,
Değecek miydi?
Meseleyi bir gülücekle kaldırıp atmaya
Evreni bir yuvarlaklığın içerisine sıkıştırmaya
Ve yıkıcı bazı sorulara doğru yuvarlamaya
Değecek miydi
"Ben Lazarus, ölümden geliyorum,
Hepinize anlatmaya geliyorum, her şeyi hepinize" demeye,
Eğer ki bir kimse düzeltirken yastığını kafasıyla,
"Bu yapmaya çalıştığım şey değildi;
Bu değildi, hiç değildi" deseydi,
Buna değecek miydi?

Ve her şeyden öte, buna değecek miydi,
Bir süre için bile olsa,
Batışından sonra güneşin,  avluların ve dağılmış sokakların ardından,
Romanların ve çay fincalarının sonrasında, zemini izleyen varoşları takiben,
Ve yalnızca bu, biraz daha?
İstediğim şeyi söylemek imkansız!
Ama sanki bir sihirbaz feneri bütün öfkeleri bir kalıba sokuyormuş gibi, bir ekran üzerinde
Bir süreliğine değecek miydi,
Eğer ki bir kimse düzeltirken yastığını ya da çıkarıp atarken atkısını
Ve pencereye doğru dönerek:
"Bu yapmaya çalıştığım şey değildi,
Bu değildi, hiç değildi." deseydi
Buna değecek miydi?

Hayır! Ben prens Hamlet değilim, ve o olduğum hiç ima edilmedi
Görevli bir beyefendiyim yalnızca
Bir işleyişle büyüyecek, bir sahneye başlayacak, ya da iki
Prense şüphesizliği ve anlaşılabilir olmayı öğütleyecek
Uyumlu, kullanılmaktan hoşnut
Politik, dikkatli ve titiz
Yüksek anlamlı cümlelerle bezenmiş, az da olsa salak
Ve bazen, hakikaten, gülünç
Ve neredeyse, zaman zaman, kaybeden
Biriyim yalnızca.

Büyüyorum... Büyüyorum...
Pantolonlarımı paçaları kıvrılmış olarak giyeceğim.

Saçlarımı arkaya doğru yatıracak mıyım? Şeftali yemek?
Beyaz fanila pantolonlar giyeceğim ve sahilde dolaşacağım.
Ben deniz kızlarının birbirlerine şarkı söylediğini de duydum.

Bana şarkı söyleyeceklerini sanmıyorum.

Dalgaların üzerinden açıklara doğru ilerlediklerini gördüm
Dalgalara ait beyaz saçları geriye doğru tarayarak
Rüzgar denizi beyaza ve siyaha sürüklediğinde.

Denizin boşluğunda kalakaldık
Yosunlar ile kaplanmış deniz kızlarıyla
Ta ki insan seslerinin bizi uyandırdığı ve boğulduğumuz ana kadar.

Yazan: T. S. Eliot
Çeviri: Alican Akyüz


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder